Wednesday, May 26, 2010

beklemek

Geceye kalan az ışığın varlığını belli ettiği bir odada, her cismin gölgesiyle var olmaya çalıştığını varsayarsak, dünya denen bu ahmaklığın sonuna kimin varıp varamayacağını bilen tek kişi O, yarattığı her şeyden bir tek istekte bulunuyordu. Kulluk.
Kıbleye dönük donuk gölgesi kendini ağırdan satan bir orospu gibi nazla odanın içinde yayılıyordu. Sağındaki iskemleden destek alıp doğrulmaya gönüllü bedeni, mutlak ve ebedi bir yardıma ihtiyaç susamış görünümlüydü. Kıldığı namazı adadığı biri vardı elbet, kaldı ki aldığı nefes bile geçiciyken, duaların hakimiyetinde sürdürdüğü anların varlık sebebi yine O idi. Baş örtüsünü düzeltirken işaret parmağı içeride kaldı. Hazır oradayken kaşıdı saçlarının arasından başını ve derisinden istemsiz yolduğu beyaz şey ile ayrıldı örtünün altından. Daha sonra o parmağı nerelerde kullanacağından habersiz yeleğinin cebindeki tespihe emanet etti parmağına refakat eden elini. Dudaklarının ivmesi bu sırada almış başını gitmiş, şekli ise okunduğu kadarıyla O' nun varlığını yüceltmeye meyilli gözükmekteydi. Cebinde amansız bir hareket sergileyen elin devinimi, tesbihin kaçlık olduğunu saklarken, kapalı gözleriyle bir buluşma anına bürünmüş yüzü, nurluğa ithaf ediliyordu.
Yerle uzun süre temas eden ayağının üstü, topuklara denk gelen poposunun alt kısmı ve yıllardır şifasına uğraş verdiği dizleri, bu uzun buluşma anından doğrulurken üreyen ağrıların önderleri haline gelmiş; daha sonra bunlara, dua sırasında kapadığı gözlerinin kararması, denge kaybı ve açık unuttuğu pencereye mal ettiği üşüme eklenmişti. Dışını saran bu yorgunluk ve ağrı kümesini bastırabilecek kadar huzurla doluydu içi. En ufak darbeyle yıkılabilir bedenini ayakta tutan tek şey, varlığının sebebi O' nun varlığıydı.
Yavaş yürümesinin nedeni olan karıncalaşmış ayaklarına baktı ve 'beni ayakta tutan şeyler' diye fısıldadı içinden. Odadan çıkmadan unuttuğunu hatırlayıp, geri dönerek pencereyi kapattı. Çoğu zaman, unuttuğu şeyi yapmak için geldiği yerde daha önce yapmayı unuttuğu şeyi görüp yaşlılığına söven kadın, pencereyi kapattıktan sonra etrafına bakındı. Bir tür dinlenme anı gibi kımıldamadan sadece başını çevirerek göz attığı odada unutulmuş bir şey olmadığına şaşırarak kendini beğendi. Duvarda büyüyen gölge, kadını daha iri gösteriyordu. Yeni doğan güneşe alıcı gözüyle baktı odadan çıkmadan. Kirişlere tutundu. Gözlerinin karanlığı yeni doğan gün gibi yavaşça ağarıyordu.
Çiçek desenli uzun eteğinin altından sarkarmış gibi gözüken boyuna çizgili pijamasına eşlik eden enine çizgili, dizlerine kadar çekili kahverengi çoraplarının bir ton açığı baş örtüsünün uzandığı yerde, yani göğsünde yaşayan siyah bir ipe emanet kutsal kitabı vardı. Ona dokundu. Aynadaki aksi, kadını tekrarladı. Diğer eliyle destek aldığı kapı eşiğinden görünen halini son zamanlarda sadece kendisi görüyordu. 'Teşekkür ederim...' diye fısıldadı içinden. Bu eve kimse gelmiyor, evden de kimse çıkmıyordu. Kadın kimseyi görmüyor, aynalar sayesinde kendinden haberi oluyordu. Adım adım yaklaştı. Aynaya ilişik yamuk duran duayı, kafasını kaşıdığı parmağıyla düzeltirken, yakını göremediğini hatırlayıp aynada belirsizleşen bulanık yüzünden kurtulmak için oradan ayrıldı. Evin içinde gideceği başka da bir yer yoktu. Günü selamladığı oda, ardından kendini selamladığı aynanın sahibi diğer oda. Daha da fazlasına ihtiyacı yoktu aslında. Açık unuttuğu pencereden sızmasını beklediği şey ile kapı eşiğinde kendine göz attığı anda arkasında belirmesini dilediği şey hep aynıydı. O.