Thursday, August 30, 2012

netame

tepe
Ağır ilerleyen sürünün sonunda; rastgele savurduğu yamuk yılık sopasıyla yolunu bulmaya çalışan çobanın gözlerinden akan yorgunluk, bu bitemeyen günün yönünü değiştirdi. Sırtındaki kamburdan sıyrılıp kurumuş otların arasından gördü şehri. O şehri en son; sürüyü yolda bırakan köpeğinin gidişiyle tatmıştı. Otların yönünü belirleyen rüzgarı arkasına alıp yeni bir sürü edinmekteydi aklı. Güneşin önüne geçen bulut, sürünün konuk olduğu koca çınarın gölgesini anlamsız kıldı. İki yerden kırık sopasını gerilmeden sürünün ortasına birden fırlattı. Kaçışan hayvanlara eşlik eden sopa yere düştüğünde artık üç parçaydı. Sürü ve sopa ilk defa bu kadar birbirinden kopuk gözüküyordu. Sürüyü yalnız bırakıp şehir yolunda kararlı adımlar edinen çoban, onu terk eden köpeği gibi arkasına bakmadan sadece yürüdü.

şehir
Duvarda birikmiş gibi duran kötü sıralanmış resimlerin karşısında gözlerini kısıp bağırdı çoban, 'bu resimlerde hiç hayvan yok'. Atlamadan, her resmin önünde yoklama yaparcasına resmedilenlerin kimliğini çıkarıp bir kez daha bağırdı, 'hayvanlar nerede?'. Eline tutturulan şaraptan bir yudum aldı. Refleksvari bir bakış attı damağındaki tadın görüntüsüne. Ağzından kurtulan bir damla, daha sonra çenesinden sıyrılıp gömleğinde leke olacaktı. Uzaktan seçebildiği kadar ilgisini çeken bir resim çobanı yanına çağırdı. Rakursiye uğramış küçük bir kız, kucağında bir çoban köpeği taşıyordu. Bu sulu boyaya malzeme olan iki figürün karşısında kendini tutamayan çobanın, resmin içine girme telaşı; sergi salonunda yeni bir ilham kaynağı gibi duruyordu.

resim
Birbiri içinde yayılıp kaybolan renkler, çoban köpeğini içine sokmuş bir kızın sırt üstü rüyası gibiydi. Kızın göğsünde eriyen köpek, koyu tonlarıyla resimde kalmayı başarırken; ayaklarının altındaki kir, bu küçük kızın köpeğin peşinden ne kadar koşturduğunu ispiyonluyordu.

çoban
Elindeki kadehin boşaldığını, dudağına değmeyen şarapla kadehi ağzına götürdüğünde anladı. Avcunun içinde kaybolan kadehe, resimden kopardığı bakışını boşalttı. Köpeğin resmin içinde kaybolmasına izin vermedi ve başını kaldırdığı gibi gözlerini kızın üstüne dikti. Roller değişmişti artık. Sürüsüne göz kulak olan köpeğin yerini şimdi kızı koruyan çoban almıştı. Rengi solmuş gömleğindeki şarap lekesi kurumayı başardığında, kendisine uzatılan yeni şaraptan yine hakiki bir yudum çaldı.

kız
Kaynamaya başlayan sütün yüzeyinde biriken kaymak gibi kırışıktı parmak uçları. Saç telleri rüzgara aldanıp  yer çekimine dil çıkartır cinsten havada asılı kalmıştı sanki. Israrlı bakışlarının altında çobanı kolaçan eden bir tavır olsa da, kucağında zor tutabildiği köpeğin olası bir kaçışına engel, dikmişti gözlerini üstüne. Resmi bir arada tutan çıta; iki kısa iki uzun kenar bir dünyanın duvara çivilenmiş yüzü gibi rengi soluk, yere yığılmış ama gözlerinde biriken güç gösterisinin sınırlarına alet olmamış bir kızın kadınlığını çağırmasına engeldi.

şarap
Yüksek tavanlı odayı içbükey bir yansımayla yanıltırken, kadraja giren çobanın yudumlarıyla ömrü bir hayli kısalıyordu. 

köpek
Sürüyü özlemediği besbelliydi. Kızın kucağında boş verdiği hayatıyla onu izleyen çobana yeni yaşam formülleri sunar gibi kaçamak bakışlar atıyordu. 

ressam
Resmin sağ alt köşesinde görünür oldu imzası. Rakursiden kurtulamayan kızın devamıymış gibi uzanan fırça darbesi gelişi güzel dalgaların kıyıya vurup tekrar dalga halini alması gibi bir sağa bir sola kendine yer ararcasına salınıyordu. 

Boya bitmese; belli belirsiz, eli havada kalmış bir adam görünecekti ufukta .