Thursday, November 21, 2013

intiharın icadı

Geldiği yöne doğru bakmaya cesaretini topladığı anda onu meraktan öldürecek bir yola saptı. Saplandığı rotanın gediklisi olmayı başardığı zaman, geldiği yöne bakmasını gerektirecek bir neden bulamayacak kadar uzakta olacaktı. Gözleri meraktan büyüdü. İçinde asılı kalmaya kendini alıştırdığı nefesi verdiği an yükünü boşaltan bir kamyon gibi rahatladı. Yolun tutarsız haldeki dönemeçlerine ek engebeli oluşu ve ona eşlik eden çalıların arasına sıkışmış sıska ağaçların yersiz gölgelerine müdahil durumu, bu yeni yol halini zengin kılan şeylerdi. Ayağına dokunan toprak, taş, çalı, gölge… yolun kendisiydi.

Girip çıktığı her ana yeni bir sayfa gözüyle bakıp, bir sonraki sayfanın yeniliğine bilerek aldanıp, kontrolü elden bırakırmış gibi kendini salarak hareket ediyordu. Ayağını yürürken sürtmeye başlaması, dokunduğu kurumuş yapraklardan çıkan sesten zevk almasını geciktirecek kadar yorulduğunun da belirtisiydi. Aynı aralıklarla beliren ağaçların diplerinde kümeleşen yaprakların yoğunlukları birbirinden farklıydı. Rüzgarla savrulan yaprakların takılıp kaldığı koca bir kayaya ilişti gözü. Sıklaşan ayak sürtmeleri, hızındaki azalma ve soluk alıp vermedeki yoğunluk kayayı daha cazip kılıyordu. Yola koyulduğundan beri irili ufaklı taşların birikiminden daha büyük duran kayanın oraya nasıl geldiğini ve diğer taşların bu kayanın parçaları olup olmadığını sorgulamadan sırtını huzurla dayadı. Yeni oyuncağıyla ilk kez tanışan meraklı bir çocuk gibi her yüzeyine dokunmayı aklına koymuşçasına kayaya bulaşıyordu. Sivri kenarlarında elini acıtan kaya, teninde yetişen bitkilere gelince yumuşak yüzeyini sunuyordu ona. Oluklarındaki küçük karanlıkların merak olgusunu uyandırması, kayanın altında zemine yedirdiği düzlüğü daha gizemli hale getiriyordu. Kayanın tonlarca ağırlıktaki görüntüsüyle kıpırdayamaz oluşu; bu durağan ama her daim ivmelenen cazibesini pekiştiriyordu. Fiziksel yorgunluğu kayanın keşfine dahil olmasıyla zihinsel yorgunluğa dönüşecek ve kayanın varoluşu daha sonra aklına her geldiğinde kendi varoluşunu sorgulatacaktı.

Uyuyakaldı. Bir kolu kayanın sert yüzeyiyle başının arasına sıkışmış, diğer kolu etrafı kolaçan edercesine kayadan sarkıyordu. Bir ayağı kayanın herhangi bir oluğuna saklanırmış gibi içeride, diğeri ise sarkan koluna eşlik edercesine meraklı meraklı dışarı izliyordu. Saçını sakince kaldırıp indiren rüzgar; yüzünden kurtulduğunda, montuyla atkısının arasına sıkışmış yaprağı yerinden edecek kadar göğsünde hızla esiyordu. Rüzgar, bilekliğinden kopan ipin ucunda yürümeye çalışan karıncaya geldiğinde ise sanki esmeyi bırakıyordu. Kayanın üzerinde giyindiği uyku müdavimliğini rüzgarın eşlik ettiği yapraklarla istemsizce örttü. Korku anında bulunduğu tabiatın rengini ve şeklini alan hayvanlar gibi sürekli değişiyordu. Başlayan yağmurla koyulaşan montu kayanın rengine yaklaşırken, sıska ağaçlardan düşen yaprakların üstünü örtmesi onu ormana dahil etmeyi çoktan başarmıştı. Yağmur dinerken önce göz kapakları kımıldadı. İnce dalların arasından sıyrılan güneş ışıkları gözünü aldığında elini yüzüne perde olması için götürdü. Bedenini saran yapraklar, yarışırcasına, bu harekete sessiz kalamayarak üzerinden düşmeye başladı. Yüzünü yakan güneşin acısı yerini; yer değiştirdikçe, uyku halinde vücuduyla temas içinde olan kayanın acı-ağrı arası rahatsızlığına bıraktı. Doğrulmayı denediğinde ormanın ne kadar içinde ve topraktan ne kadar yukarıda, geldiği yerden ne kadar uzakta ve kendine ne kadar yakın olduğunu anladı. Ağaçların ince gövdelerine gözünü kısarak baktığında; onları odundan parmaklıklar gibi görüp, kendini yeryüzünün en güzel hapishanesinde hissetti. İşlediği suçu sorgulamadan bulunduğu uçsuz hücrenin olmayan çatısından içine özgürlük doldurup değişen rengiyle göğe kırptığı gözünü sonsuzluk umuduyla yeniden kapattı. İçine çektiği dizlerini saran kollarına, başı da yanaşarak eşlik etti. Hücresinde küçülürken, eşsiz hapishanesine dolan kuş sürüsü görülmeye değerdi.

Monday, April 22, 2013

kuruma arzusu

süpürge
Eksik telleri yokluklarıyla göze çarpıyordu. Tellerin arasından sızan su, süpürülen yerin tersine aksi bir ivmeyle devriliyor, hareket kendini yinelercesine hiçbir şey olmamış gibi bumerang sadakatinde geri geliyordu. Giderin eşit boşluklarından düşmeyi başaran suya yenileri eklenmezken, zeminin su terazisi değmemiş yerlerindeki su birikintilerine söz geçirmek gittikçe zorlaşıyordu. Eski süpürge ıslandıkça telleri yoruluyor, takım halinde hareket edemeyip bireysel bir çabayla suya diş gösteremiyordu. Zeminin farklı yerlerinde farklı kütlelerde biriken suyun giderle kavuşamaması ise süpürge sahibine yeni çözümler için başka fikirler öneriyordu.

adam
Kapanmasın diye pencerenin arasına konmuş terlik gibi balkonun köşesinde suya söz geçirmeye çalışırken sıkışıp kalmıştı. Ayaklarını hapseden sudan başını kaldırıp koyuluk sırasına girmiş küme küme bulutların arkasındaki güneşi aradı. İpucu vermeyen kara bulutların hareketinden medet ummak için süpürgeyi duvara yasladı ve boşlukta hareket eden bulutların hızını bir an için kontrol edebilmeyi diledi. Elinde olsa aldığı kadar bulutu dağların ardına hapseder, gün yüzü görmemiş güneşi kendine yaklaştırıp balkonundaki su cumhuriyetini buhara dönüştürürdü. Bu hayal ona zaman kazandırdı ve söz dinleyen birkaç bulut birbirinden gönülsüzce koptu. Kanguru yavrusu gibi başını saklandığı yerden çıkartan güneş, göz alır parlaklığıyla yeryüzünü anında aydınlattı. Adamın yüzünde biten ışık, en çok ağzında oluşan tebessüme yakıştı. Olası bir bulut hareketinin güneşi yok etmesinden korkan adam, korkunun önüne geçecek yeni bir telaşa aldandı. Balkon korkuluğu güneşe izin vermeyerek zemindeki gölgenin yaratıcısı olmuş, adamı çevreleyen suyun ömrünü uzatmayı da çoktan aklına koymuştu.

balkon
İçine hapsedilen giderin tıkanık olması, korkuluğun bitmez gölgesi, adamın tuttuğu işe yaramaz yaşlı süpürge ve kalıcı misafirliğiyle su; balkonun kendi ağırlığına ek yüklerdi. Üzerine binen psikolojik basıncın altında eziledursun, yer değiştiren gökyüzüne güveni nedense sonsuzdu. Issız adaya düşen uçaktan sağ kurtulmuş biri gibi geçen gemilere acemice el sallarcasına göğün her hareketinden medet ummayı alışkanlık haline getirmiş adam; balkonun içinde, elinde süpürgesiyle, buluttan yeni kurtulmuş güneşin kurtarıcı rolüne soyunmasını bekliyordu.

su  
Adamın yüzünden sıyrılıp duvarda biten, sonrasında zemine düşen güneş ışınları suyun kuruma arzusunu biledi. Varlığından hoşnutsuz olan adamı ele geçiremeyecek kadar sığlıkta duruşuyla zemindeki tutarsız durağanlığın, giderin karanlık hapsinde son bulmasını istemediği su götürmez bir gerçekti. Adamın ayak parmaklarındaki buruşukluklara gönüllü sebebiyet verişi giderin kötü misafirperveRliğiyle orantılı olsa da, kovaya doldurulduğu andan bu yana geçirdiği zeminsel birikmişliğinin son demlerinde olduğunun da farkındaydı.

güneş
Bulutlar gökyüzünü yüzüstü bıraktığında mavi bir tene konmuş sarı bir ben gibi güneş olağan yalnızlığıyla sırıtıyordu. Onca bulutu yolcu ederken arkalarından dökeceği suyu kurutmayı yeğlemiş, balkona alıcı gözüyle bıraktığı ışınlarıyla adamın kalbinde çoktan nam salmıştı. Doğduğu yerden çok fazla uzaklaştığını fark etti ve batacağı yeri gözüne kestirip rutin devinimine devam etti.

gider
Simsiyah, dikine bir boşlukta süpürgenin suyla çürüyen ve zamanla yorulup kopan parçaları boğazına takılmıştı. Mazgallarından devrilecek tazyikli suyu beklerken uyuyakaldı. 

Tuesday, March 26, 2013

düpedüz hareketsiz ve yarım yamalak

adam
Tenine duvar kağıdı gerip yerinden fırladı. Duvar kağıdında yaprakları yeni dökülmüş ağaç dalları ve gövdeler vardı. Vücut hatlarının belirgin olduğu yerde adamın; gövdeler daha gösterişli, kıvrımlı olan kısımlarda ise daha sıska gözüküyordu. Koştukça duvar kağıdı kırışmaya başladı. Vücudunu sonsuza kadar sarmaya meyilli kağıdı niye üstüne giydirdiğini bir an olsun düşünmek için duraksamaya yeltense de, hızını alamayan ayaklarına gönülsüz emri havada kaldı.

duvar kağıdı
Ağaç gövdesinin dibinde biten yapraklar sırayla geri döndü. İlk denemede düştüğü dalı şaşırsa da zamanla koptuğu uçlara sarılan yapraklar yeni damarlar bile edindi kendine. Öncekinden daha dik bir yağmur başladı. Neredeyse bütün yapraklar en az üç yerinden delindi. Su alan bir tekne gibi çaresiz kalmış gövde ikinci baharından olmaya çok yakındı. Yağmur dinmeyi bilirken yapraklar yine zemini boyladı.

gök
Boynuna hareket kazandıranların tanışmayı adımladıkları bir çaba bu: Mavi, griye hırsını geçirip kendini var etmeye adamış bir ton bulma çabasında... ne güneşin buluttan haberi var, ne de yağmurun olası çamurdan. Ufukta sonlanan sonsuz yüzü; göğün dilinden anlamayanlara sırtını çevirip, haline siyah bir perde gerdi.

adam
Üzerine yapışan duvar kağıdının içinde eridi, bitti. Ormanın sığlığında kendine yer edinme dürtüsünde yeni kararlara dikti gözünü. Yerini yadırgayan yaprakları yuvalarına iade etme fikrini öteledi. Dalları gövdelerinden ayırıp zeminde duraksayan yapraklara sunmaya yeltendi. Farkında olup önemsemediği peşindeki perdenin yaklaştıkça büyüyen cüssesi yeni bir aldanma gibi durdu zihninde. Bekleyip görmek zamana hükmetmek sayılmazdı. Zamandan çalmak için de ani bir plana ihtiyacı vardı. 

perde
Kornişlerinden kurtulmuş örtmekten yorgun bir kadife perde. İçeridekini göstermemek için keşfedilmiş, belli. İçine gizlediği rüzgarla harekete bel bağladığı yolculuğuna adamı ortak etme çabasında, besbelli. Yağmuru yedikçe ağırlaşan adama diz çöküp, gününü kurtarmaya çalışan bir dilenci gibi dadandı perde. Gövdelerin arasında iz sürerken ilk kez bu kadar uzun gözüktü, bu sefer sadece inatçıydı.

orman
Yeniden oluşmak ya da yer değiştirmek için ihtiyaç duyulan şey iddialı bir felaket. Kimin olduğu belli olmayan yapraklar ardışık rüzgarlarla havada oynaşıp her seferinde başka gövde diplerinde bitti. Yere saplanan dallar boy veren gövdelerin suyun dışında kalan kısmı gibi, adamın kolaçan ettiği perdenin kopuşuyla aklanan gök yeni günler için yeni aydınlıklar sunuyordu. Güneşe emanet ağaç güruhunda yeni şeyler olması için adamdan medet ummak gibisi yoktu.

perde
Adama asılmak, onu örtmek. İçine gömdüğü rüzgardan güç alıp şişip durdu. Güneşin aydınlattığı kısımlarda siyahlığını yitirip solan kadife teni, perdenin hacminden çalsa da adamı sarıp sarmalayacak kadar söz sahibi genişlikteydi. Tedbirli platonik tavrından beslenirken havada asılı kaldı birden. Adama sarılıp sahiplenmekten çok kendini teslim etmek istedi. Rüzgarı aradı, yitirdi ve dindi.

adam
Gözünü alan güneşten bakışını kurtarıp ayağının dibinde biten perdeye sapladı. Ormanın içinde, ağaçların yanında, yeni bir gövde gibi yere saplanmıştı. Hareketsiz öylece duran perdeyi oracıkta bırakıp; tenine gerdiği, daha sonra kendini içinde bulduğu duvar kağıdından kurtulmak için bir hareket bekledi. Sadece nefes alışverişi duyuluyordu, hala var idi.