Annemin, "babalık, dokunarak öğrenilir" salatasıyla ilk kez kucağına düştüğüm adamı baba yapan bendim. Babamın benim sayemde öğrendiğini bana satma yaşına geldiğimde ise denizin ortasında yalnız değildim elbet. Bir kaç adım sonrası kucaktaki halimle kuşbakışı denizin röntgenini çekerken, babamın "ilk başta soğuk ama sonra alışıyorsun" çorbasını yememe ramak kala, gövdeme çektiğim minik bacaklarımın istikrar abideliğine soyunmuş tavrı beni yarı yolda bıraktı ve denize dokundum. 'Dipteki kuma dokunmazsan yüzmeyi öğrenemezsin' lokmasını annemin dokunma temalı sözünden çalıntı olabilirliliği üstünde düşünmem sadece zaman kaybı gibi duruyordu. Aslında bu yaşta zamana hiç ihtiyacım yoktu. Dört yaşında biriydim ve iki' nin üç' den önce bittiğini önceki doğum günümde değil; babamın, 'üç dediğimde ikiyi unut.nefesini tut.dal' kerevizinden sonra anlamıştım. Bir,iki ve üç; herhangi bir şeye başlamadan önce söylenen en büyük yalandır. Üç' ün sinirli halini suyun altında duydum. İki' de son dua edalı dalışımı gerçekleştirdim. Bir' de ise saniyelik, ağız dolusu ve kimin olduğunu bilmediğim nefesi yuttum. Babam, bana göre sol eliyle olası boy verme durumumun suyun üstünde kalan sağ elimi tutacak, ona göre 'burnunu kapamana gerek yok' biberiyle boşta kalan elimi suyun altında diğer eliyle buluşturacaktı. Bense dipteki kuma değdiğimde yüzmenin çoğunu halletmiş olacaktım.
Her deneme bir tecrübedir girizgahı deniz için geçerli değilmiş gibi babamın üç demesini beklemeden iki' de dibe dalmam onu müthiş sinirli biri haline getirmişti. 'Sadece dal demen yeterli' kurabiyesini yuttum ve bir-iki-üç' ün rakamdan başka her şey olduğuna inanmaya başladım. Bu inanç beni 'sakın içeride gözünü açma yanarsın' tembih köftesiyle daldığım sudan, kuma dokunan ayak parmak uçlarımın gözüme söz geçirememesi sonucu merak ödülümümün teşekkür konuşmasında sevinçten değil de bastığım kuma bakmamla yanan gözlerimin acısıyla, ağlayarak çıkardı. Yukarıda babamın tuttuğu elimle belki zafer işareti yapmamıştım ama içeride aldığım ödüle ilk tebrik; elimi tutan, sonrasında da karşımda bulduğum babamdan gelmişti. Konuşmamda babama değil de bir, iki ve üç' e teşekkür ettiğimi duymaması için ellerimi sahiplenen babamdan kaçırarak dua etmeye yeltenmeme, burnuma kaçan ve açık gözlerime değen suyun neden olduğu acının eklenmesi yüzmenin ne kadar da zor olduğuna dair bir düşünce oluşturdu bende. Bu, ilk düşüncem değildi. Boy vermenin insana ya da denize olan faydası, ağlak halime denk gelen bir soru işaretiydi ayrıca.
Gözümü açabildiğimde, yaşımdan dolayı mı bilmediğim, görüş açımın neredeyse hepsini kaplayan babamın saçlarının ıslak olduğunu fark ettim. Göbek hizasındaki denize istese de kafasını sokamayacağı sığlıktaydık. Yağmurdan haberim vardı ve ben dipteyken yağmur yağmaya başlamış, babamda da suya girmiş izlenimi yaratmayı başarmıştı. Yağmur mu denizi oluşturan yoksa yukarıda başka bir deniz daha mı var ikilemimi bölmek istemediğim için bunu sormadım. Tek korkum, saçımdan ve yüzümden düşen damlalar bittiğinde göz yaşlarımın ortaya çıkacak olmasaydı. Bu, suyun dibinde gözlerimi açmışım demekti ve bu ayrıca hile anlamına geliyordu. Gözümü açmayacağıma söz vermiştim. Dokunduğum kumu görmek yüzmeyi öğrenmekten sayılmıyor olabilirdi. Devreye giren yağmura, babamdan yeni kurtardığım ellerimi suyun altında birleştirip, teşekkür ettim. Dizini koltuk yapmış keyfime denecek hiç bir şey bulamayan babam, oturduğum yerde sözde yüzmeyi öğrendim memnuniyetine bürünmüş, denizin bendeki hayal kırıklığına eşlik eden acıyla ağlayan gözlerimi, yüzümde gezdirdiği kuru olan eliyle sildi. Babamdan gözlerimi alıp ileriye ilk kez baktığımda ise; koyu ve açık, mavinin ikiye ayrıldığını gördüm.
Her deneme bir tecrübedir girizgahı deniz için geçerli değilmiş gibi babamın üç demesini beklemeden iki' de dibe dalmam onu müthiş sinirli biri haline getirmişti. 'Sadece dal demen yeterli' kurabiyesini yuttum ve bir-iki-üç' ün rakamdan başka her şey olduğuna inanmaya başladım. Bu inanç beni 'sakın içeride gözünü açma yanarsın' tembih köftesiyle daldığım sudan, kuma dokunan ayak parmak uçlarımın gözüme söz geçirememesi sonucu merak ödülümümün teşekkür konuşmasında sevinçten değil de bastığım kuma bakmamla yanan gözlerimin acısıyla, ağlayarak çıkardı. Yukarıda babamın tuttuğu elimle belki zafer işareti yapmamıştım ama içeride aldığım ödüle ilk tebrik; elimi tutan, sonrasında da karşımda bulduğum babamdan gelmişti. Konuşmamda babama değil de bir, iki ve üç' e teşekkür ettiğimi duymaması için ellerimi sahiplenen babamdan kaçırarak dua etmeye yeltenmeme, burnuma kaçan ve açık gözlerime değen suyun neden olduğu acının eklenmesi yüzmenin ne kadar da zor olduğuna dair bir düşünce oluşturdu bende. Bu, ilk düşüncem değildi. Boy vermenin insana ya da denize olan faydası, ağlak halime denk gelen bir soru işaretiydi ayrıca.
Gözümü açabildiğimde, yaşımdan dolayı mı bilmediğim, görüş açımın neredeyse hepsini kaplayan babamın saçlarının ıslak olduğunu fark ettim. Göbek hizasındaki denize istese de kafasını sokamayacağı sığlıktaydık. Yağmurdan haberim vardı ve ben dipteyken yağmur yağmaya başlamış, babamda da suya girmiş izlenimi yaratmayı başarmıştı. Yağmur mu denizi oluşturan yoksa yukarıda başka bir deniz daha mı var ikilemimi bölmek istemediğim için bunu sormadım. Tek korkum, saçımdan ve yüzümden düşen damlalar bittiğinde göz yaşlarımın ortaya çıkacak olmasaydı. Bu, suyun dibinde gözlerimi açmışım demekti ve bu ayrıca hile anlamına geliyordu. Gözümü açmayacağıma söz vermiştim. Dokunduğum kumu görmek yüzmeyi öğrenmekten sayılmıyor olabilirdi. Devreye giren yağmura, babamdan yeni kurtardığım ellerimi suyun altında birleştirip, teşekkür ettim. Dizini koltuk yapmış keyfime denecek hiç bir şey bulamayan babam, oturduğum yerde sözde yüzmeyi öğrendim memnuniyetine bürünmüş, denizin bendeki hayal kırıklığına eşlik eden acıyla ağlayan gözlerimi, yüzümde gezdirdiği kuru olan eliyle sildi. Babamdan gözlerimi alıp ileriye ilk kez baktığımda ise; koyu ve açık, mavinin ikiye ayrıldığını gördüm.